Britanya 22 Haziran'da referanduma gidiyor. İngilizler ülkelerinin Avrupa Birliği'nde (AB) kalıp kalmayacağına karar verecekler.
Yunanistan iflas etti. Bakalım Birliğin diğer üyeleri "evin şımarık çocuğu" Atina'yı daha nereye kadar sübvanse edecekler? Taze AB üyesi doğu Avrupa ülkelerinin potansiyel yükünü söylemiyorum bile.
Portekiz, İspanya, İtalya ve İzlanda gibi pek AB üyesi ülke de borçlarını ödeyemez durumda.
Henüz ortada anayasa, ortak savunma ağı gibi yaşama geçirebilmiş bir projesi olmayan AB'nin tek sorunu Euro bölgesinin sıkıntıları, Asya Pasifik ve ABD karşısında rekabet gücünü kaybeden durağan ekonomi değil. Birlik, Orta Doğu'daki gelişmelerle bağlantılı olarak sosyal ve politik hayatı etkileyecek tehditlerle de karşı karşıya. Kitlesel göç hareketleri ve terör bir süredir Avrupa başkentlerinin en büyük sorunlarından.
Önceleri her derde deva görülen AB, üye ülkeler için bile çoktan umut olmaktan çıktı. Herkes, hükümet ve temsil modeli tartışmalarıyla "ulusal çözümler" bulma peşinde.
İtalya istikrar için yüzde 40 hükümet barajı formülü üzerinde çalışıyor. Sokak gösterileri ve terörle uğraşan Fransa'nın Cumhurbaşkanı François Hollande çözümü yarı başkanlıktan tam başkanlığa geçişte arıyor.
Bu karamsar tabloya rağmen burunlarından kıl aldırmayan AB yetkililerinin son günlerdeki yegâne meşgalesi Türkiye.
Hayır, Britanya Başbakanı David Cameron'un "Türkiye 3000 yılında AB'ye girer" türünden orta zekâ ürünü esprilerinden söz etmiyorum. Zira Cameron'un çıkışlarının iç politikada sıkışmış bir siyasinin popülist hezeyanları olduğunun herkes farkında.
Ne var ki AB'nin söz konusu olumsuz gidişata çözüm bulmakla sorumlu olan kuruluşları ve bunların başındaki isimlerin Türkiye ile ilgili yaptıkları açıklamaların üzerinde durmak gerekiyor.
Düşünün, bir gün AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn çıkıyor. Türkiye parlamentosunda dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerinin işlediği iddia edilen suçların, sanki aksi mümkünmüş gibi, hukuki sürece tabii olması gerektiğini söylüyor.
Türkler "Ha öyle mi? Biz de halk mahkemesi kurup sokakta asacaktık onları" diye söylenirken, Türkiye'yi aşağılama bayrak yarışında AB Raportörü Kati Piri öne çıkıyor.
Üye ülke Türkiye'de aralarında sivillerinde olduğu binlerce kişinin ölümden sorumlu olan ve AB'nin terör örgütü saydığı illegal Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) yasal kanadı Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleriyle poz veriyor.
Türkiye'de dokunulmazlıkları kaldırılıp haklarındaki fezlekeler bağımsız mahkemelere gönderilen HDP'liler hapse girerse, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye için vize serbestisini asla onaylamayacağını söyleyebiliyor.
Pardon!
Aday bir ülkenin, birliğin ve uluslararası hukukuyla uyumlu, hatta Anayasasındaki 90. Maddeyle uluslararası sözleşmeleri kendi yasalarının üstünde sayan yargısına talimat mı veriyorsunuz?
Venedik Kriterleri'ne göre sistematik şiddet övgüsü parti kapatmaya gerekçesi sayılırken ve ortada henüz HDP'lilerle ilgili bir kovuşturma süreci bile yokken neyin hükmünü varıyorsunuz?
Hadi PKK gibi, Türkiye'ye zarar veren ne kadar yapı ve terör destekçisi varsa içten bir muhabbet besliyorsunuz diyelim. Eleştirir geçeriz de, AB ile 1963'den beri müzakere yürüten aday bir ülkenin önüne Birliğin kurumlarınca onaylanmamış, onaylanması da mümkün olmayan kriterleri nasıl koyabiliyorsunuz?
AB'nin yetkili ağızlarından çıkan bu tarz beyanatlar, Birliğe katacağı dinamizmin yanı sıra, yeni-geniş bir pazar olması ve güvenlik politikalarındaki önemi açısından da altın değerinde olan Türkiye kamuoyunu fazlasıyla rahatsız ediyor. Tabii ki, Avrupa ülkelerinde yaşayan ve onurlarıyla "entegre olmaya" çalışan milyonlarca Türkiyeliyi de…
İnsanlar soruyor?
"Türkiye AB'nin sömürgesi mi?"
"Bizler köle miyiz?"
Bu kamuoyu baskısı da, AB üyelik müzakereleri yolunda atacağı reform adımları için seçmenini ikna etmek zorunda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) Hükümetini zora sokuyor.
Dev sorunlar yumağıyla uğraşan AB önce Türkiye ile yürüttüğü ilişkinin eşitler arası olduğu gerçeğini içselleştirmeli. Ardından da bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ve "gerilla romantizminin" esiri durumundaki yetkililerinin, Birliğin umudu ülkelerle ilgili sorumsuz çıkışlarına dur demeli.
Tabii dertleri gerçekten bu büyük sivil toplum projesinin geleceği, genişlemesi ve "ortak" çözümlerse.