İç savaşın devam ettiği Suriye ile yüzlerce kilometre sınırı olan Türkiye, göç dalgasının dünya üzerindeki en büyük mağduru. Türkiye topraklarında, 3 milyona yakın Suriyeliye yıllardır ev sahipliği yapıyor. Türk hükümeti, bu iş için harcadığı milyarlarca doların yanı sıra, mültecilerin beraberinde getirdiği sosyo-ekonomik problemleri de göğüslemek zorunda.
Konu gündeme gelince, göçmenlerin asıl hedefi olan Avrupa Birliği ülkelerinin tutumu haklı olarak eleştiri konusu oluyor. Zira AB'li siyasilerin bugüne değin yaptıkları tek şey, resmi toplantılarda ve konferanslarda insan hakları nutukları atıp dışarı çıkınca tam tersini yapmaktı.
Derken geçen yıl bu bilindik tarzlarıyla krizi öteleyemeyeceklerini anladılar. Zira göç ve bu hareketlilikten kaynaklanan terör kapılarına dayandı.
Birlik o günlerde başlayan ve aylarca süren pazarlıkların ardından Türkiye ile bir anlaşamaya vardı.
Hala revize edilen anlaşma "birebir" formülüne dayanıyor. Yok ismi çocukken oynadığımız oyunları andırıyor ama mevzu ciddi. Şöyle ki, Yunanistan'dan Türkiye'ye geri gönderilen her mülteciye karşılık, Türkiye'deki mülteci kamplarında yaşayan bir Suriyeliyi AB'ye yollanacak. Suriyeli olmayanların Avrupa yolu ise tamamen kesilmiş olacak.
Peki, Türkiye bunun karşılığında ne alacak?
Anlaşmaya göre AB Türklerin Schengen bölgesinde vizesiz seyahat etme çalışmalarını hızlandıracak. Ayrıca Ekim ayında da vadedilen 3,3 milyar Euro'luk yardımın bir kısmını ödeyecek.
Ne büyük fedakârlık ama!
İnsaf!
Birkaç bin mültecinin yayıldığı AB ülkelerinin nüfusu 500 milyonu aşıyor. AB vatandaşlarının kişi başı geliri ise neredeyse 30 bin Dolar. Buna karşın kişi başı geliri 10 Bin dolar seviyesinde olan 80 milyonluk Türkiye'de resmi rakamlara göre tamı tamına 2,7 milyon Suriyeli barınıyor. Geçek rakam ise daha fazla.
1,3 milyon mülteciyi barındıran Lübnan ve diğer Orta Doğu ülkelerinin de durumu farklı değil.
Bu hesaba göre AB'nin alması gereken asgari mülteci sayısını varın siz tahmin edin.
Evet, işin uluslararası hukuk ve hakkaniyet boyutu bir yana, anlaşmanın nasıl uygulanacağı ve ne işe yarayacağı da meçhul.
Öyle ya, hadi Türkiye'yi ikna ettiniz diyelim, Kundağındaki bebeğiyle kış günü denize açılmayı göze alan Suriyeli çaresiz anneleri, babaları bu anlaşmaya uymaya nasıl zorlayacaksınız?
Köleleri dişlerini kontrol ederek seçen Yeni Çağ kolonyalistleri gibi, işini, sağlık durumunu beğenerek aldığınız mültecilerin "entegrasyonunu" nasıl garanti ediyorsunuz? Paris'teki, Brüksel'deki teröristlerin AB vatandaşları olduklarını unuttunuz mu? Kaldı ki kevgire dönen sınırlarda anlaşmaların kifayetsiz olduğunu, terörün de küreselleştiğini görmüyor musunuz?
AB kendini, üye adayı Türkiye'yi ve çaresiz göçmeleri kandırmayı bırakmalı. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu anlaşma bırakın göç sorununa yapısal çözümler getirmeyi, günü bile kurtarmaya yetecek kapasitede değil.
O halde AB'nin atması gereken iki adım var. İlki Türkiye ve kısmen Yunanistan gibi, birliğin ortalamasına göre daha yoksul olmasına karşın sorumluluğun büyüğünü üstlenen ülkelerin yükünü adilce paylaşmak.
İkincisi ise ABD ve Rusya karşısında siyaseten inisiyatif almak. Kısa vadede göç dalgasını kesmek için Suriye'de güvenli bir bölge oluşturulması için çalışırken uzun vadede de sorunun kaynağı Esed'in gidişini hedeflemek.