Türkiye 57 üye ülkeden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı'na (İİT) geçtiğimiz Çarşamba günü İstanbul'da ev sahipliği yaptı. Konu tabi ki de ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkent olarak tanımasıydı. İstanbul'da gerçekleşen toplantının sonuç kararında, üye ülkelerin Doğu Kudüs'ü bağımsız Filistin Devleti'nin başkenti olarak gördüğü ilan edildi. Yani tüm UN kararlarına ve uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, ABD'nin yaptığı bir oldu bittiyle İsrail'e verileceği sanılan Kudüs'ün aslında o kadar da sahipsiz olmadığı bir kez daha anlaşıldı.
Buna daha önce Kudüs'teki tüm Hristiyan toplulukların çeşitli temsilcilerinin, Papa'nın, Macron'dan May'e Avrupa'nın önde gelen liderlerinin ve Rusya ve Çin gibi Doğu'nun önde gelen ülkelerinin yükselttiği itiraz seslerini ve hatta Avrupa Parlamentosu'ndan geçmesi beklenen karşı kararın da geleceğini eklersek, İsrail'in ABD ile baş başa tarihindeki en yalnız anlardan birinden geçtiğini söyleyebiliriz.
İşin komik yanı, Erdoğan'ın çağrısıyla toplanan OIC toplantısı sırasında, İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, Suudi Arabistan'ın Arap dünyasının lideri olduğunu belirterek Veliaht Prens Muhammed bin Salman'ı Kudüs'e davet etti. Bir ülkenin İsrail tarafından "Arap dünyasının lideri" olduğu ilan edilmesi, Arap sokağını bunun tersine ikna edecek en önemli göstergelerden biri olduğu ve OIC'ye alt düzey katılım gösteren Suudi Arabistan'ın sonuç deklarasyonu ile de imajının iyice düşeceği anlaşıldığı için Kral Selman, Trump'ın aldığı kararın üzerinden iki hafta geçtikten sonra kararı üzücü bulduklarını ilan etmek durumunda kaldı.
İsrail'in politika yapıcıları, kendi söylediklerine hakikaten inanıyorlar mı merak ediyorum. Yani Arap dünyası, dünya hayatına aşırı düşkün olduğu bilinen, hiçbir bedel ödememiş, hiçbir konuda Müslüman dünyanın yanında duruş göstermemiş, bir yıl öncesine dek adını dahi duymadığı, 30 yaşındaki bir genci mi lider kabul edecek?
Daha da ironik olanı, İsrail'in Suudi Arabistan'la yakınlaşmasının, ordularından birisinin adı Kudüs Gücü olan İran'ın İslâm dünyasındaki söylemsel gücünü artırmasıdır. Nitekim Kudüs Gücü Komutanı Süleymani, geçtiğimiz hafta Gazze'de iletişim halinde oldukları silahlı grupları arayarak desteklerini belirtmekte gecikmemiştir.
İslâm dünyasında liderlik yapacak ölçüde büyük üç güç vardır: Suudi Arabistan, İran ve Türkiye. Ve bu ülke liderlerinden sadece biri İsrail'i devlet olarak tanımakta, varoluş hakkını savunmakta, en sert eleştirisini yaparken bile 1967 sınırları çerçevesinde iki devletli bir çözüm önermekte ve Müslüman Kardeşlere karşı bile seküler devlet anlayışını müdafaa etmektedir.
Geçmişi binlerce yılı bulan bir halkın, 150 yıl önce ortaya çıkmış ve nerdeyse tüm 'radikal İslâmcı' ideolojilerin kaynağı olan Vahhabizmin temsilcilerinden medet umarak Erdoğan'a düşmanlık etmesi en başta kendi hayırlarına değildir. Ancak İsrail yönetiminde bunu görebilecek bir stratejik vizyon olduğunu sanmıyorum. Hâlen Erdoğan'ın düşürülmesine umut bağlamaya devam ediyor gibi görünüyorlar. Yanılıyorlar.