Geçtiğimiz hafta, Ak Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu üyelerinin, üç kişi hariç, il ve ilçe başkanı atama kararını Davutoğlu'ndan alması, gelmekte olana dair en somut işaretti aslında. Böylelikle Davutoğlu, karar alma ve uygulama açısından parti üzerindeki tasarruf gücünü nerdeyse tümüyle yitirmişti.
Bu kırılmada, 1 Kasım seçimlerinden sonra il ve ilçe başkanı atama sürecinde istişare etmeden ve başarılı, çalışkan, halkın sevdiği başkanların bile tasfiye edilip yerine istisnalar hariç teşkilata uzak kişilerin getirilmesi gibi kararların alınması etkili olmuştu elbette. Ama bundan daha da fazla, Davutoğlu'nun 20 aylık Başbakanlık performansı sürecinde oluşan bazı çatlaklar bu sonucu doğurdu.
Pek çok başlık var ama onlardan bazıları,
Hakan Fidan'ın, Erdoğan'ın itirazına rağmen, MİT gibi kilit bir kurumu bırakmaya ikna edilerek vekil adayı yapılması,
6-8 Ekim Katliamı'na rağmen, yine Erdoğan'ın rızası olmadan Dolmabahçe açıklamasının yapılması ve ardından gelen İzleme Komitesi girişimi (ki Erdoğan, İzleme Komitesi kurulacağı basında yer alana kadar bu açıklamaya itiraz ettiğini açığa vurmamıştı),
Milletvekili aday listeleri hazırlanırken istişareden kaçınılması,
Ekonomi yönetiminde 'faizci' anlayışa aykırı bir paradigma geliştirilmesine uzun süre direnilmesi,
"Mayıs 2013 şartlarına dönülürse, her şey konuşulabilir" şeklinde PKK ile çözüm sürecinin başlayabileceği iması,
AB ile Schengen süreci, sanki Erdoğan'ın Başbakanlığında 2013'te başlanmamış ve 'mültecileri al, Schengen'i ver' şeklinde formüle edilen bir pazarlık görüntüsünün verilmesi,
AB ile yakınlaşırken, Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz'un 'muhatabımız Erdoğan değil, Davutoğlu'dur' açıklamasında olduğu gibi 'arayı açacak' girişimlere hiç itiraz edilmemiş olması,
Valiler Kararnamesi'nin aylarca ertelenmesi, bazı Bakanların müsteşar atamasına bile izin verilmemesi, Ankara'ya Emniyet Müdürü atanmasının gecikmesiyle ayyuka çıkan atama krizleri olarak özetlenebilir.
Yabancı basının başlıklarındaki 'Davutoğlu iktidar mücadelesini kaybetti' ifadesi doğrudur. Davutoğlu, Erdoğan'a karşı, parti ve devlet içinde kendi gücünü tesis etme yoluna gitti. Sistemin Cumhurbaşkanı ve parlamentonun halk tarafından seçilmesine uygun olarak dizayn edilmesi gereken bir dönemde, Davutoğlu 'Parlamenter Sistem-Güçlü Başbakanlık' seçeneğini hayata geçirerek, Erdoğan'ı ekarte ve pasifize etmeye çalıştı. Bu mücadeleyi kaybetti.