Ahlâk, en çok kriz zamanlarında, test edildiğinde varlığı anlamlanan ve kıymetlenen bir alandır. Sınanmadığı sürece her oluşum ahlâklı olduğunu iddia edebilir. Bugün başta Suriye olmak üzere pek çok ülkeden Avrupa'ya akın eden insanlar, Avrupa'nın ahlâkî vicdanını teste tabi tutuyorlar.
Geçtiğimiz sene, Almanya'da, sadece iki ay içerisinde Suriyeli sığınmacıların barınaklarına toplam 490 saldırı oldu. Birbirlerinden ayırt etmenin iyice güçleştiği Neo-Naziler ve aşırı sağcılar hemen her hafta bir yerde sığınmacı karşıtı gösterilerde bulunup, ırkçı sloganlar atıyorlar. Alman Başbakanı Merkel, diğer Avrupalı devletlere göre biraz daha sığınmacı-yumuşak bir tutum benimsediği için her yandan eleştiri oklarının hedefi haline gelmiş durumda.
İngiltere Başbakanı Cameron, geçtiğimiz günlerde muhafazakâr dindar uygulamaların radikalleşmeye yardımcı olduğu gibi tüm dindar Müslümanları zan altında bırakan açıklamalarda bulundu. Üstelik bunu Avrupa'dan DAEŞ'e katılanların öznellikleri incelendiğinde genelde hiç de dindar değil, aksine gayet seküler yaşam biçimlerini benimsemiş olduklarına dikkat çeken araştırmaların varlığına rağmen yaptı. Yine Cameron, yeterli İngilizce bilmeyen Müslüman göçmen annelerin, çocukları İngiliz vatandaşı olsa bile sınır dışı edilebileceğini söyledi. 'İngilizceyi öğren veya terk et' politikasını savunan Cameron'a sanırım anadili İngilizce olan ve aksanlı, kusursuz İngilizce konuşan DAEŞ'li canilerin videolarını hatırlatmak gerekli.
Danimarka ve İsviçre, ölümden kaçarak berbat koşullarda çocuklarıyla birlikte ülkelerine sığınan Suriyeli mültecilerin değerli eşyalarına ve paralarına el koymayı amaçlayan yasalar çıkarıyorlar. Birleşmiş milletler mülteci komisyonu, bu yasa tasarılarını mültecilerin haysiyet ve mahremiyet haklarına keyfî müdahale olarak tanımladı. Daha anlamlı bir tepkiyse, Danimarka eski hahambaşı, Bent Melchior'dan geldi. Rabbi, önerilen yasaların "Nazilerin azınlıklara uyguladığı işkence uygulamalarına benzer olduğunu" söyledi.
Bu satırları, terör saldırısı sebebiyle anında sınırlarını kapatıp, üç ay olağanüstü hal ilan eden Fransa'dan yazmıyorum. Yanı başında ve en uzun sınır komşusu olan Suriye'de yıllardır süren savaşa, son üç yılda beş büyük terör saldırısına (Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç, Ankara, Sultanahmet) maruz kalmış olmasına, hâlen içeride yüzlerce sivil ve güvenlik görevlisini öldüren PKK ile mücadelesini sürdürmesine rağmen mültecilere kapılarını kapatmayan, 3 milyona yaklaşan mülteci nüfusuyla 21. yüzyılın en çok mülteci barındıran ülkesi olan Türkiye'den yazıyorum. Tam buradan Avrupa'ya seslenmek istiyorum.
Önümüzdeki süreç bize Avrupa'nın gerçekten benimsediğini iddia ettiği ahlâkî değerlere sahip olup olmadığını gösterecek. Zora geldiğinde ya da işine gelmediğinde ahlâkı da hukuku da demokrasi ve insan haklarını da askıya alan bir Avrupa'nın dünyaya da vereceği bir ahlaki üstünlük dersi yoktur.