Öcalan'ın sürpriz yapmayacağı hükümet içinde çözüm süreci ile ilgili sorumluluk alanların tavrından belliydi. Çünkü Öcalan'ın bütün yazılı mesajları onunla hükümet arasındaki doğrudan veya dolaylı görüşmelerde gelinmiş olan mutabakatın noktalarını içeriyor. Bu açıdan geçen Cumartesi Diyarbakır meydanında iki dilde okunan metnin, aynı zamanda hükümetin de onay verdiği, temel mesajı açısından arkasında durduğu bir bakışı yansıttığı söylenebilir.
Muhtemelen hükümet Öcalan'ın ulus devlet konusunda söylediklerini tam olarak paylaşmıyordur. Ama emperyalizmin böl-yönet politikasının Türkiye ve Orta Doğu'da kimlikleri içe kapattığı, IŞİD'in son kertede ancak emperyalizmle bağlantılı olarak anlaşılabileceği, milliyetçiliğin yıkıcı etkileriyle mücadele edilmesi gerektiğine ilişkin tezleri hiç yadırganmamıştır. Öcalan'ın yeni bir dönem başlatma gereğini 'dini inançlarımıza ve ahlaki sorumluluğumuza' bağlaması da herhalde hükümet kanadından beğeni almıştır.
Bu arka plan önünde Öcalan'ın asıl mesajının HDP ve Kandil'e olduğu epeyce açık. Gelinen noktayı bir 'tarihi eşik' olarak betimleyen Öcalan, bugüne dek yürütülen silahlı mücadelenin boşa gitmediğini, ancak artık bu durumun 'aynen sürdürülemez' olduğunu vurgulayarak Kandil'i silah bırakmanın açıklanacağı bir kongre yapmaya davet etti. Böyle bir kongrenin önkoşulu olarak ise 28 Şubat'ta hükümet ve HDP temsilcilerinin yan yana yapmış oldukları açıklamalarda geçen on maddeye ilişkin olarak 'ilkelerde anlaşma' şartını koydu. Diğer bir deyişle varılacak hedeflerde veya kullanılacak yöntemlerde değil, bunların ilkelerinde anlaşmaya varmanın yeterli olduğunu söylemiş oldu.
Öcalan bununla da kalmadı. Hedeflere ilişkin ilkeleri büyük çapta tanımlayan cümleler kurdu. Kalıcı bir çözümün 'özgür ve eşit anayasal vatandaşlık' temelinde sağlanacağını söyledi. Amacın 'gerçek bir barış ve demokrasi ile örülmüş bir gelecek' yaratmak olduğunun altını çizdi. Nihayet ulus devletlerin hükümranlığına karşı çıkmazken, onları da değişen zamanın ruhunu kavramaya davet etti ve 'demokratik ortaklaşma' kavramını ortaya attı. Bu metnin hükümetin rızası ve onayı olmadan Diyarbakır meydanında okunamayacağını düşünürsek, söz konusu bölümlerin hükümetin de hayallerini yansıttığını varsayabiliriz. Bu varsayımın ne denli gerçekçi olduğunu gösteren bir belirti ise, Öcalan'ın mektubunun sonuna doğru kullandığı terimlerdi. Aynen hükümetin programlarında da yer alan 'revizyon, restorasyon ve inşa' kavramları Öcalan'ın barışın sağlanması için yapılmasını beklediklerinin hükümetin dönüşüm stratejisinin parçası olabileceğini hatırlattı.
Dolayısıyla çözüm sürecinde çok büyük bir mesafenin artık aşılmış olduğunu söylemek mümkün gözüküyor. Geçmişte silahlı mücadelenin ve direnişin sembolü olan Nevruz, iki yıl içinde barışın ve birlikte üretilecek olan geleceğin, belki de ilk kez toplum olabilmenin sembolü haline geldi. Öcalan toplumsal desteğin tümüyle arkasında olduğunun bilinciyle bugün HDP ve Kandil'e bir davette bulunuyor. Varılacak hedefe ilişkin ilkeler belli, ama bu süreyi barış içinde geçirmeyi sağlayacak yönteme ilişkin ilkeler henüz muğlak. Şimdi HDP'ye önemli bir rol düşüyor: Yeni anayasa yapılana dek belirli yasal ve uygulamaya ilişkin konularda hükümetle işbirliği içinde davranmak ve sonrasında da yeni anayasa için yapıcı bir rol üstlenmek. Aynı şekilde hükümetin de önümüzde dönemde işbirliğine, diyaloğa ve ortak çözümlere çok daha açık bir tutum izlemesi beklenir. Tek soru Kandil'in bu 'yeni' duruma ne denli hazır olduğu…