Yolsuzluk konusunda muhalefetin argümanı belli ve seçimlere kadar yoğun bir şekilde kullanılması şaşırtıcı olmayacak. Çünkü hem muhalefetin kendisiyle ilgili söyleyeceği 'olumlu' bir hikâye yok, hem de iktidar karşıtı koalisyon açısından yolsuzlukların iktidarın yumuşak karnını oluşturduğuna dair yaygın bir anlayış var. Buna karşılık seçimde AKP'nin oyunun düşmeyeceğine dair genel kanaat de devam ediyor. Bunun nedenlerinden biri muhakkak ki iktidarın topluma yolsuzlukları önemsiz kılan büyük avantajlar sunabilmesi. Ama AKP'nin yorumcularca göz ardı edilen ancak topluma anlamlı gelen bir değerlendirmesi daha var.
AKP yetkilileri hiçbir zaman yolsuzlukların varlığını reddetmediler. Ancak 'asıl' yolsuzluğun tek tek kişilerin suiistimallerinin ötesinde 'sistemik' bir yapısal durum olduğunu, Türkiye'nin on yıllarca bu yolsuzluk sistemi altında yönetildiğini ve AKP'nin buna son vererek yolsuzlukların emdiği kaynakları yeniden topluma aktardığını savundular.
AKP 2002 yılında başa geldiğinde devlet bütçesinin yüzde 84'ü faiz ödemelerine gidiyordu. Birkaç yıl içinde bu oranın hızla inmesine tanık olundu ve bugün yüzde 16 seviyesindeyiz. Buna koşut olarak hiçbir şekilde inemeyecek gözüken enflasyon yüzde yetmişlerden ona indi. İktidar bunu çok kolay bir biçimde yaptı... O kadar ki doğal olarak daha önceki yirmi yılın niçin öylesine bir kısır döngü içinde yaşandığı sorusunu sorduk. Cevap söz konusu kısır döngünün 'iradi' olduğuydu. Kısacası Türkiye yıllar boyunca sistemik olarak bir yolsuzluk yapılanması içinde tutuldu. Belki ihalelerden cebine para atanlar veya rüşvet alanlar bugün aynı işlere heveslenenlerden daha fazla değildi. Ama ekonomik alanın işleme ve işletilme biçimi belirli bir zümrenin kendiliğinden toplumsal katma değeri sömürmesine dayanmaktaydı.
AKP bu düzeni basit ve yumuşak bir süreçte durdurup tersine çevirdi. 2002 öncesinde faizler ve cari giderler ödendiğinde yatırım için hiç kaynak kalmıyor ve bunu ayrıca yurt dışından bulmak zorunda kalıyorduk. Dolayısıyla yatırımların toplam bütçe büyüklüğüne oranı yüzde beş on civarında kalıyor ve giderek ağırlaşan bir faiz yükü yaratarak yatırımları daha da kısıyordu. Bugün cari harcamaları da eklediğimizde elde bütçenin en az yarısı kadar, kendi kaynaklarımızla finanse edilebilen bir potansiyel yatırım imkânı var. Yani eskinin muhtemelen on katı… Üstelik aynı gayrı safi milli hâsıla seviyesinde de değiliz. Kişi başı gelir üç mislinden fazla arttı. Bunun anlamı bugün potansiyel yatırım kaynağının 2002 öncesine göre kabaca otuz misli olduğudur. Nihayet buna AKP'nin daha az gelişmiş yöreleri ve insanını kollayan yeniden dağıtımcı sosyal politikalarını ekleyin. Bugün Türkiye'nin 'Doğusu' geçmişe oranla belki kırk misli yatırımla büyüyor.
Bütün bunlar Türkiye'deki sistemik yolsuzluk düzeninin durdurulması ve tersine çevrilmesi ile oldu. Kişisel menfaatini öne çıkaran kişiler dünyanın her yerinde, her iktidarında ve her zaman olmaya devam edecek. Bunlarla da hesaplaşılması, bu alanda şeffaflığın hâkim kılınması, kamu vicdanını rahatsız eden hiçbir olaya müsamaha gösterilmemesi lazım. Ama bu eleştirinin 'yerine ulaşması' isteniyorsa aynı anda geçmişin yozlaşmış düzeneğinin de nasıl oluştuğunu söyleme cesaretini göstermek ve bu alanda AKP iktidarlarının yaptıklarına sahip çıkmak gerekiyor. Muhalefetin en azından "biz de olsak AKP gibi davranırdık" diyebilecek cesarete ve samimiyete ihtiyacı var. Bu inanılırlığı sağlamak için yeterli mi bilemeyiz ama en azından şu anki eleştiriyi bir nebze inanılır kılabilir.