Art arda üç seçimlik dönemecin son etabına doğru gidiyoruz. Yolsuzluk suçlamalarına rağmen 30 Mart yerel seçiminde yüzde 44 alan AKP, cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 52 ile Erdoğan'ın ilk turda seçilmesini sağladı. Önümüzdeki 2015 Haziran genel seçimi bu üç etaplı mücadelenin son halkası olacak ve sonrasında seçimsiz bir dört yıl yaşanacak. Davutoğlu faktörü söz konusu dört yılın epeyce farklı bir biçimde geçebileceğinin işaretlerini şimdiden veriyor. Türkiye tüm kurumlarıyla, devlet-toplum ilişkisiyle yeniden inşa edilmek zorunda ve başbakan bunun gereğinin farkında. Dolayısıyla 2019 seçimlerine yaklaşıldığında anayasal sistemi ve kurumlar arası ilişkileri oturmuş, bugüne nazaran çok daha demokratik ve istikrarlı bir ülke haline gelinme ihtimali çok yüksek. Bunun sonucunda 2019 seçimlerinde de AKP'nin en yüksek oyu alacağını, hatta çok muhtemelen yüzde ellinin üzerine çıkacağını öngörebiliriz. Öte yandan Türkiye gibi bir ülkenin yeniden inşası ve yapısal reformların oturması dört yılda tamamlanabilir gibi gözükmüyor. Diğer bir deyişle dönüşüm süreci bir sonraki döneme de sarkacak ve AKP'yi 2023 seçimlerinde de rakipsiz hale getirebilecek. Sonrasını bugünden tahmin etmek kolay olmasa da, o dönemde de AKP'nin en azından 'en büyük' parti olarak kalacağını tahmin edebiliriz.
Türkiye gibi ülkelerde siyaseti öngörmenin zor olduğu doğrudur. Ama burada yaptığımız tahminin gerçekçiliği yaşananın siyaseti aşmasından kaynaklanıyor. Siyaset islami ve laik kesimlerin sosyolojisinin dinamizmi ve handikapları tarafından belirleniyor. Sosyoloji ise siyasete nazaran çok daha kolay öngörülebilir ve daha yavaş değişen bir unsur. Nitekim AKP 2002'deki seçimi kazandığında hemen ardından yazdığım köşe yazısı bu partinin art arda en az dört seçim daha kazanacağını öngörmekteydi. İkisi kazanıldı, şimdi üçüncüye gidiliyor ve onun da sonucu kabaca belli. Bu tablonun bazıları için son derece iç karartıcı olduğu açık. AKP bir 'hakim parti' olarak Türkiye siyasetine damgasını vurmuş durumda ve bunun değiştirilebilme imkanı da gözükmüyor. Üstelik iktidarın birçok alanda doğal olarak eksikleri ve yanlışları olmasına rağmen... Dahası AKP'nin tabanı olan İslami kesim ve onun etrafında büyümekte olan yeni orta sınıfın söz konusu eksik ve yanlışlar konusunda bilgisiz veya duyarsız olduğunu da söyleyemeyiz. Aksine insanlar iktidarın başarısız kaldığı noktaları bilmelerine rağmen bu desteği veriyorlar. Bu da bize meselenin salt siyasi olmayıp, ancak sosyolojik faktörlerle birlikte anlaşılabileceğini söylüyor.
'Hakim parti' olmak ilgili partinin iradesiyle ortaya çıkabilecek bir şey değil. Bunun 'tarihsel bir belirlenme' olduğunu söylemek gerek. Eğer Cumhuriyet rejimi buna yıl kamusal alanı böylesine dar tutmasaydı AKP'nin şu an bu güce sahip olması da mümkün olmazdı. 1980 sonrasında dindarların merkez sağın içinde kalmayı sürdürerek ama kendi kimlikleriyle siyasete girmesine de müsaade edilmedi ve bu durum 28 Şubat 1997 darbesine gidilirken iyice trajikomik bir hal aldı. Asker/medya işbirliği içinde birtakım sahte dindarlar üretildi ve onların skandalları kamuoyunu etkilemek için kullanıldı. Bu arada başörtülü kadınlar üzerindeki baskılar dayanılmaz boyutlara çıktı. Dindarlar umumi yerlerde aşağılandılar ve dışlandılar. Ama AKP'yi bugüne taşıyan asıl etken İslami kesimin bu yaşadıklarını bir tür 'katharsis' dinamiğine dönüştürmesiydi. AKP bugün bir 'hakim parti' ama onu yaratan siyasi gücünden ziyade toplumsal değişimin kendisi. İktidarı da o nedenle en az on yıl daha sürecek.