Türkiye siyasetine bakıldığında sıkça içine düşülen bir yanılsama var. AKP hükumetinin yaşanmakta olan dönüşümün tek belirleyici aktörü olduğu düşünülüyor. Kararları alan, uygulamaları gerçekleştirenler siyasi kadrolar olduğu için böyle bir kanaatin oluşması çok doğal. Zaten Cumhurbaşkanı başta olmak üzere birçok AKP'li siyasetçi de bu izlenimi yerleştirmek üzere gayret gösteriyor ve başarılı da oluyorlar. Böylece siyaset AKP ile karşıtları arasındaki bir mücadeleye dönüşüyor, kamuoyu kutuplaşıyor ve iktidar partisi de yaklaşık yüzde elli oy oranını sürdürüyor.
Ancak AKP'nin salt kutuplaşma sayesinde bu oyu aldığını varsaydığınız anda Türkiye'deki siyasi dinamiği anlama fırsatını da kaçırabilirsiniz. Söz konusu oyu sürekli alabilmek için AKP toplumun nabzını elinde tutmak üzere büyük bir gayret gösteriyor. Erdoğan'ın gündem yaratan ama sonrasında takip edilmeyen önermeleri, genellikle bu nabzın ima ettiği psikolojik ihtiyaçlara cevap veriyor. Öte yandan Erdoğan'ın kendi değer yargılarından hareketle yaptığı önermeler, eğer İslami tabanda karşılık bulmazsa anında kenara konabiliyor. Bunun en çarpıcı örneği kürtaj konusunda yaşanmıştı. Erdoğan kürtajın yasaklanması gerektiğini söylemişti ve muhtemelen hala da öyle düşünüyor. Ama bu sözünden bir hafta sonra yapılan saha çalışması, dindar Müslüman kadınların kürtajı yüksek oranda desteklediğini gösterdi. Üstelik bu oran kentli ve eğitimli kesimde yüzde elliyi epeyce aşıyordu. O günden beri hiçbir AKP'liden kürtaj lafı duymuyoruz.
Buradan çıkan ders AKP'nin kendi sosyolojik tabanının tercihlerini zorlamaktan kaçındığı, hayal ettiği değişimi değil kabul edilebilecek olan değişimi taşımaya razı olduğudur. Dolayısıyla 'Türkiye nereye gidiyor?' sorusunun cevabı da Sünni topluluğun sosyolojik dönüşümünde aranmak zorunda. Değişimin neresinde olduğumuzu anlamak açısından ilginç bir örnek son haftalarda yaşanan 'kertenkele' tartışmasıydı. 'Kertenkele' ATV televizyonunda yayınlanan bir dizinin adı. Lakabı kertenkele olan bir hırsızın dünyasını ve kendisiyle hesaplaşmasını mizahi yönü yoğun bir dram olarak anlatıyor. Dizinin başlarında Kertenkele polis nezareti altında bir hastanede tedavi görürken yanındaki yatakta da bir imam yatmakta… İki kişi arasındaki sohbet Kertenkelenin pek de imamdan etkilenmediğini gösteriyor. Sonrasında hırsız imamın kılığına bürünerek hastaneden kaçıyor ve polisten kurtulmak için de imamlık yapıyor. Bu arada imamın cebinden çıkan notlardan yararlanarak vaazlar da veriyor…
Dizi bir suçlunun ahlakla ve doğrulukla yüzleşmesini anlatmakta… Ancak hikâyenin bu noktasında Türkiye'deki imamlara ait dernekler imamlık algısına zarar verildiğini, bunun bir aşağılama olduğunu söyleyerek klasik bir tepkide bulundular. Ardından Diyanet İşleri Başkanlığı üzerindeki baskıya direnemeyerek dizinin imamları tahkir ettiğinden hareketle yasaklanmasını ima etti. İşte tam bu noktada ilginç bir gelişme yaşandı: İslami kesimin 35-45 yaş arası kuşağının kamuoyunda etkili olan sözcüleri Diyanet'e karşı çıktılar, bu kurumu arkaik ve devletçi olmakla suçladılar, diziyi Batı dünyasından da örnekler ve referanslar eşliğinde evrensel bir ahlak tartışmasının içine oturttular. Sonrasında bir sessizlik yaşandı. Diyanet cevap vermedi, eski görüşünü tekrarlamadı. İmamları temsil eden dernekler sustu. Kertenkele yoluna devam etti… Türkiye'nin ne yönde dönüşmekte olduğunu merak edenler için bu tartışma ilginç bir gösterge oldu.