Reggio Caffe'deki en otantik tek şey, kapuçinosu ve espresso makinesi değil aslında. Tavandaki pervane bir klasik olan Casablanca filminden kalma ve duvardaki 16. yüzyıldan kalma tablolar ise Caravaggio okulunun eserleri. Zaten içeri girdiğinizde anlamıştınız burası sıradan bir kafe değil ama sıkı durun, daha da şaşırtıcısını söylüyorum şimdi, kafenin en köşesinde o üzerinde oturduğunuz ahşap koltuk var ya, Rönesans döneminin meşhur ailelerinden olan Medicci ailesine ait. Caravaggio tablolarının altındaki duvarda bu beşyüz yıllık koltuklara oturup, İtalyan usulü kapuçinonuzu yudumlarken çok acaip bir şey tecrübe ediyorsunuz, yüzlerce yıllık tarihin bir parçası oluveriyorsunuz.
Caffe Reggio sadece filmlere ev sahipliği yapmakla da kalmamış, Başkan Kennedy, 1959 yılında Caffe Reggio'nun kapısı önünde bir konuşma yapmış.
Caffe Reggio'dan bahsedip de mukim olduğu McDougal sokaktan bahsetmemek olmaz sanırım, sokak özellikle Beat kuşağı için özel bir öneme sahip. Aynı sokaktaki Cafe Wha?'da Jimi Hendrix, Bruce Springsteen, Woody Allen, Lenny Bruce ve Bob Dylan sahne almış. Beat kuşağı şairi Jack Kerouc sokak için "McDougal Street Blues" şiirini ve Dave Van Ronk, Elijah Wald ile beraber "The Mayor of MacDougal Street" kitabını yazmış. Aynı kitap daha sonra Coen kardeşlerin Insıde Llewyn Davis filmine de ilham kaynağı olmuş, ülkemizde "Sen Şarkılarını Söyle" ismiyle gösterilen bu filme Caffe Reggio'nun da ev sahipliği yaptığından bahsetmiştim.
Dekorasyonu, aydınlatması, masa yoğunluğuyla, sosyalleşmeye ve sohbet etmeye uygun bir Avrupa kafesi olan Caffe Regio, sessiz sakin bir çalışma ortamı arayanlar için çok uygun bir yer olmayabilir. Bunun dışında konfor ve servis açısından da çok yüksek beklentilere girmemenizi öneririm, ancak, 600 yıllık tabloları, koltukları, tarihi espresso makinesi, kapuçinosu, geçmişteki ziyaretçileri, ev sahipliği yaptığı filmleri, içinde bulunduğu sokağıyla beraber Caffe Reggio bize bir kafede kahve içip dinlenme tecrübesinin çok daha üstünde bir tecrübe yaşatıyor.